
Bazen düşünüyorum; bu kadar birbirine bağlı bir dünyada hâlâ “çevre sorunu” diye ayrı bir konu konuşuyor olmamız ne kadar garip. Artık küreselleşme öyle bir noktada ki Amazon Ormanları’nda kesilen bir ağacın etkisi İstanbul’daki hava kalitesine kadar uzanıyor. Hepimiz aynı sistemin içindeyiz, sadece farklı köşelerinde yaşıyoruz.
Eskiden çevre denince aklımıza sadece “doğa” gelirdi. Şimdi işin içinde ekonomi var, sosyal adalet var, hatta kültür var. Çünkü küreselleşme sadece malların ve fikirlerin değil, sorunların da sınır tanımadan yayılması anlamına geliyor. Bir ülkenin karbon salımı, başka bir ülkenin tarımını etkiliyor ya da ucuz üretim uğruna çevreye zarar veren fabrikalar, aslında hepimizin geleceğini riske atıyor.
Ama güzel bir tarafı da var: Çözüm de artık küresel olabilir. Dünyanın bir ucundaki genç, sosyal medyada başlattığı bir çevre kampanyasıyla milyonlarca insanı harekete geçirebiliyor. Dijital çağda farkındalık sınır tanımıyor. Küreselleşmenin en güzel yanı da belki bu: Birinin umursaması, herkesin farkına varmasını sağlayabiliyor.
Sosyal açıdan da çevre meselesi artık bir “yaşam tarzı” konusu. Gençler plastik şişe taşımak yerine matara kullanıyor, markalar çevreci ambalajlara yöneliyor, şehirlerde bisiklet yolları artıyor. Bu sadece bir moda değil, bir bilinç dönüşümü. “Benim tek başıma yaptığım ne işe yarar?” diyenlere cevabım hep aynı; değişim bireyden başlıyor ama küreselleşmeyle yayılıyor.
Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz hatta aynı evdeyiz diyelim. Evin salonunda oturanla, mutfağında çalışan arasında fark yok; biri yangın çıkarırsa hepimiz duman altında kalıyoruz. O yüzden çevreyi korumak bir seçenek değil, ortak sorumluluk. Ve bu sorumluluk büyük laflarla değil, küçük ama sürekli adımlarla başlıyor.
Belki bir ağacı kurtaramayız ama düşünme şeklini değiştirebiliriz. Çünkü artık biliyoruz: Küreselleşmiş bir dünyada iyilik de bulaşıcı.

Peki Ne Yapabiliriz?
Tüketmeden önce düşünelim. Gerçekten ihtiyacımız var mı? Her satın alma kararı, üretim zincirine bir sinyal gönderiyor. Daha az ama kaliteli tüketmek, doğaya nefes aldırır.
Yerel olanı destekleyelim. Uzak ülkelerden gelen ürünler sadece pahalı değil, aynı zamanda karbon ayak izini büyütüyor. Yerli üreticiyi, mevsimlik gıdayı tercih etmek çevre dostu bir seçimdir.
Tek kullanımlıktan uzak duralım. Plastik poşet, pipet, pet şişe… Küçük gibi görünüyor ama milyarlarcası denizlere gidiyor. Bez çanta, matara, termos alışkanlık haline gelmeli.
Enerjimizi verimli kullanalım. Elektrikli aletleri kapatmak, tasarruflu ampul kullanmak, toplu taşımayı tercih etmek hem cebimize hem doğaya iyi gelir.
Dijital farkındalık yaratalım. Sosyal medyada paylaşım yapmak küçümsenmemeli. Bir paylaşım, bir fikir, bir kampanya milyonlara ulaşabiliyor.
Topluluk olarak hareket edelim. Mahalle temizliği, ağaç dikme etkinliği, geri dönüşüm atölyesi… Küçük topluluklar, büyük değişimlerin başlangıcıdır.
Sonuçta mesele “büyük işler başarmak” değil; küresel bir bilinci gündelik hayata taşımak.
Dünya hepimizin ortak evi. Eğer hep birlikte biraz daha dikkatli yaşarsak, bu evi çocuklarımıza tertemiz bırakabiliriz.
Şimdi asıl soruya gelelim: Tüm bunları yaparsak 2053 hedeflerine gerçekten ulaşabilir miyiz?
Açık konuşalım; kolay olmayacak. Çünkü karşımızda sadece çevre kirliliği değil, kökleşmiş bir “alışkanlık ekonomisi” var. Tüketim, konfor ve hız odaklı sistemleri dönüştürmek zaman alıyor. Ama imkânsız da değil.
İyi haber şu; değişim başladı. Yenilenebilir enerjiye yatırım artıyor, genç kuşaklar çevre bilincini hayatlarının merkezine koyuyor, şirketler artık “yeşil” olmadan rekabet edemeyeceklerini fark ediyor. Birçok şehir sıfır karbon hedefleri koydu, atık yönetimi sistemleri gelişiyor.
Ancak 2053’e kadar gerçek bir dönüşüm için üç şeye ihtiyacımız var:
- Siyasi irade: Çevre politikaları kağıt üzerinde kalmamalı, uygulanmalı.
- Toplumsal katılım: Vatandaş sessiz kalmamalı, talep etmeli.
- Sabır ve süreklilik: Bir kere ağaç dikmekle olmaz, alışkanlıklarımızı kalıcı şekilde değiştirmemiz gerekiyor.
Kısacası, 2053’e ulaşmak bir hedef değil, bir yolculuk. Ve bu yolculuğun yönünü biz belirleyeceğiz; daha temiz daha adil daha sürdürülebilir bir dünya mı istiyoruz, yoksa “nasıl olsa ben görmem” diyerek devam mı edeceğiz?
İnanıyorum ki küçük adımlar birleşirse, 2053’te dönüp baktığımızda “Evet başardık.” diyebiliriz.
Yazan: Yeşilova Otomotiv Hasanağa Çevre ve Kalite Sistem Yöneticisi Merve Şengüngör

Yazınız çevre sorunlarını sadece ekolojik bir mesele olarak değil, küresel sistemin tüm dinamikleriyle ilişkili bir konu olarak ele almasıyla dikkat çekiyor. Küreselleşmenin hem sorunun hem de çözümün parçası olabileceğini göstermesi oldukça etkileyici. Dili akıcı, mesajı net; değişim bireyden başlar ama küresel bilince dönüşürse kalıcı olur.
Farkındalığı artırıcı güzel bir yazı kaleme alınmış, elinize sağlık.
Merve hanım güzel, uyarıcı ve yol gösterici bir yazı olmuş. ellerinize sağlık.
Merve hanım,
Düşüncelerinizi taktir ve tebrik ediyorum.
Yazmış olduğunuz yazıda çok etkilendiğim cümleler oldu.
TÜRKİYE den başka ülkelerde bile bir ağcın TÜRKİYE bölgesine veya başka ülkelere etkisinin olduğu.
Doğanın en büyük zararı veren insanlar olduğunu görüyoruz ve yaşıyoruz aslında, şuan yaşamız olduğumuz ekonomi krizinde enerjinin ne kadar kıymetli olduğunu doğa bize anlatıyor ve sesleniyor aslında.
Doğa bize diyor ki : İnsan varlığının sürdürebilirliği bende ben varsam canlılar var enerji bende yaşamın en büyük 1 besini olan su bende toprakların verimliği bende güneşin zarar vermesini ben engellerim diyerek haykırarak bağırdığını duyuyoruz.
Merve hanım tekrar dan sizi tebrik ediyorum her insan bu bilince sahip olmalı.
Güzel bir TÜRKİYE için her kez el ele doğamızı koruyalım.