18 Haziran 2025
Türkiye’nin bu yılki doğal kaynaklarını tükettiği gün.
Oysa daha yılın yarısına bile gelmedik.
Bugün “Limit Aşım Günü” denen kavramı ilk kez duyanlar için tanımı şöyle yapayım: Bir ülkenin, doğanın, o yıl içinde yenileyebileceği kaynakları tükettiği tarih. 1 Ocak’tan itibaren ne yedik, ne içtik, ne tükettikse… doğa onun yerini yıl içinde doldurabilir mi?
Yanıt: Hayır
İşte bu yüzden 18 Haziran’dan sonrası, gelecekten borç almak demek. Doğanın bize sunabileceği kaynakları vaktinden önce tüketmek, onun yenilenme döngüsünü bozmaktır! Tıpkı bir çocuğun gelecekteki yaşamına yönelik umutlarını ve fırsatlarını yok etmek gibi.
Gelin size bir hikaye anlatayım.
Paskalya Adası: Son Ağacın Gölgesi
Pasifik Okyanusu’nun ortasında minicik bir ada vardır; Paskalya Adası. Bir zamanlar yemyeşil ormanlarıyla, çeşit çeşit ağaçlarıyla, kendi küçük düzeninde yaşayan insanlarıyla bilinirken… gün geldi, ada da yapılan ihtişamlı heykelleri taşımak için ağaçlar kesilmeye başlandı. Herkes daha büyük heykel dikmek, daha fazla güç göstermek derdindeydi.
Rekabet büyüdü, tüketim çılgınlığa döndü. Ve bir sabah, birileri son ağacı da kesti.
Kimse “son” olduğunu o anda fark etmedi belki. Ama ne yeni ağaç büyüdü, ne de toprak eski verimini verdi.
İklim değişikliği böyle başladı.
Kıtlık geldi, balıkçılık çöktü, tarım bitti.
Uygarlık, kendi elleriyle kendini yok etti.
Bugün adada sadece taş heykeller var.
Ve o heykeller, sanki kendi halklarının arkasından bakar gibi… sessiz ve şaşkın.
Biz Bir Ada Değiliz Ama…
“Burası Türkiye, biz Paskalya Adası değiliz!” diyebilirsiniz.
Evet, haritada bir ada değiliz. Ama kaynaklarımız sınırlıysa, biz de aslında bir ekolojik ada sayılırız.
- Konya Ovası’nın yer altı suyu tükeniyorsa,
- İstanbul’un son ağaçları betonun altında kalıyorsa,
- Zeytinlikler madene, ormanlar otobana kurban ediliyorsa…
Biz de son ağacımızı kesiyoruz demektir.
Üstelik fark etmeden.
Limit Aşımı: Sayılar Değil, Hayatlar
Bugün Limit Aşım Günü’nü konuşmak, sadece çevrecilerin işi değil.
Bu konu hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü:
- Enflasyonla mücadele ederken su kıtlığı yaşarsak, tarım durur.
- İklim değişikliği hızlanırsa, enerji faturaları katlanır.
- Ormanlar yok olursa, çocuklarımız hava kirliliğiyle büyür.
Yani mesele sadece doğa değil, bizim yaşam kalitemiz, ekonomimiz, geleceğimiz…
Ne Yapmalı?
Umutsuz muyuz? Hayır.
Ama geç mi kalıyoruz? Evet.
Şimdi yapabileceklerimiz belli:
- İsteklerimizi değil, gerçek ihtiyaçlarımızı sorgulamalıyız.
Hayatımızı kolaylaştıran her şeyin, aslında doğaya büyük bir bedel ödettiğini artık kabul etmeliyiz. Daha fazla tüketime ve israfa yol açan, doğanın sınırlarını zorlayan alışkanlıklarımız, bizi uzun vadede iyilikten uzaklaştıracak. Gerçekten ihtiyacımız olanla, sadece arzu ettiğimiz şeyler arasındaki farkı anlamak, sağlıklı bir denge kurmamız için kritik. - Ve karar vericilere baskı yapmalıyız: “Sürdürülebilir politikalar üretin!”
Çünkü Paskalya halkı belki bilmiyordu…
Ama biz biliyoruz.
Ve bilenin sorumluluğu vardır.
Son Söz
Bir gün biz de çocuklarımıza “bir zamanlar bu şehirde güzel bir göl vardı, şu dağda çam ormanları vardı” diye anlatırsak…
Tarih bizi bağışlamaz.
Unutmayalım;
Paskalya Adası bir ada değil, bir uyarıdır.
Türkiye için 18 Haziran, bir tarih değil, bir kırmızı çizgidir.
O çizgiyi aşmadan durmak bizim elimizde.
Yazan: Yeşilova Holding Sürdürülebilirlik Yöneticisi Eda Çetintaş